Çoçukluktan, Mizaç İlmine

Çocukluğum ve ilkokul dönemim İstanbul Zeytinburnu’nda komşuluk ilişkileri çok iyi bir semtte geçti. Ortaokul dönemim ise Yedikule’de İstanbul hanımefendilerinin ve beyefendilerinin olduğu, paylaşmayı bilen eski Osmanlı evlerine sahip bir mahallede geçti.
Yazları annem izine ayrıldığında köye gider köy işlerinde büyüklerimize yardımcı olurduk.
Çalışan bir annem olduğu için,
Çocukluğumun çoğu zamanı, çoğu kısmı babaanne ve anneanne yanında Düzce’de geçti, İyi ki oralarda büyüdüm.
Köyde ve yaylada büyüyünce bitkilerle ağaçlarla iç içe oluyorsunuz ve çok seviyorsunuz. Kışın Babaannemle köyde, Yazın Anneannem ile yaylada yaşardık.
İlkbaharın ilk günleri babaannemle köyde tarla islerinde gücümüz yettiğince yardım ederdik.
Bizimde işi öğrenmemiz için küçük kazma ve çapalarla dedeme babaanneme yârdim ederdik, aslında oyalanırdık.
Anneannem ilkbahar mevsiminde ortalık yeşermeye canlanmaya başladığında  bütün torunlarını ve hayvanlarını alır  yaylaya çıkardı.
Çok güzel anılarımız birikti, bizler şimdiki nesle göre çok güzel çocukluk yaşadık.
Sabahları erken kalkıp, çobanlık yapan dayımın teyzemin çocuklarını yolcu ederdik.
Bizde bizden büyük teyzekızlarımızla ya yakacağımızı temin eder, ya da hayvanlara yiyecek ( yallık) biçerdik toplardık.
Anneannemle peynir yapmak en sevdiğimiz işti.
Akşam çobanlar elleri dolu gelirlerdi, dağ çileği, mantar getirirlerdi.
Hep birlikte çileklerimizi yerdik, sonrada mantarları közleme yapar yerdik.
Elektrik ve teknoloji olmadığı için birlikte oyun oynardık eğlenirdik.
Biz bir arada çok mutlu çocukluk yaşadık Elhamdülillah.
Kütük evde yaşamanın mutluluğu paha biçilmezdi, bugün ne istersin deseler yine aynı çocukluğumu isterim.
Bizim belki çok oyuncağımız olmadı ama çok mutluyduk oyuncak eksikliği hissetmedik.
Bir tane odada soba başında aile ümmet olmuştuk, bugünkü teknoloji ve rahatlık insanları birbirinden ayırdı, mutsuz yaptı ve bunun farkında olmayan bir toplum var ne yazık ki, mutlu değiller bununda isteklerinin gerçekleştiğinde olacağını sanan bir toplum var maalesef.
Biz ekmeğimizi bölüşerek mutluyduk.
Sonbahar ve kışı babaannemin yanına gelirdik,  dağlara, tarlaya birlikte giderdik.
Şifalı ot olarak ne varsa toplar kısa hazırlık yapardık.
Aksam olduğunda babaannem kümbet sobanın üzerine çayı koyar ahıra giderdi, dedem babaannem gelene kadar çayı demler ve hep birlikte
Ahırdan gelmesini dört gözle beklerdik çünkü dedemin hikâyelerini sobanın başında dinlerdik.
Hikâye dediysem, hikâye ama gerçek aslında, çünkü biz Osmanlıca Ahmediye ve Muhammediye kitaplarını dinleyerek büyümüş,  peygamberlerin hayatini öğrenmiştik.
Evimizde televizyon yoktu sadece ajans ( haber )dinlemek için radyo vardı, arada arkası yarın ve arkası haftaya olan programları dinlerdik.
Kışın soğuktan ellerimiz çatladığında dedemin balmumundan yaptığı kremi itina ile sürer minik yamalık dedikleri parçalarla sarar ve sabaha bir şeyimiz kalmazdı.
Karnımız ağrısa sobanın üstünden hiç alınmayan tuglayi kalın bir beze sarıp bizi ısıtırdı.
Ihlamur çayımıza dedemin arılarından ürettiği balından azıcık koyardı neden az koyardı deli bal üretimi yapıyordu canim dedem.
Biz ıhlamuru içer içmez uyurduk. Ihlamur çayı kümbetin üzerinde hiç eksik olmazdı.
Her günümüz dolu dolu geçerdi, her mevsim dağdan bayırdan toplanacak bir şeyler olurdu.
Ya dedemle kestane, töngel, kızılcık, ya da babaannemle ısırgan, melovcan (dikenucu),  mantar, kekik gibi birçok bitkiyi muhakkak toplar ve akşam onları pişirir yerdik.

Bizim bu ilme merak sarmamız belki de “Büyüklerimizin yanında yaşadığımız hayata özlemdi”.

Çocukluktan Akılda Kalanlar

O günlerde insanlar çok güzeldi, hastalıkta ve sağlıkta bir arada mutlu huzurlu, sağlıklı sıhhatli, yardımlaşma (İmece) ile işlerini yapar, kimsenin işi yarım kalmazdı.
Kış geceleri iş olmazdı akşamları mutlaka ya misafir gelir ya da misafirliğe gidilir uzun gecelerde ya mısır patlatılır ya da fındık, ceviz, kabak çekirdeği mutlaka çayın yanında ikram edilir. Daha sonra güllük bitkisine ya da kuru saman içinde kullanmayan ari kovanlarının içinde olan itina ile dererek tek tek toplanmış kış elması ve armutlardan almaya yarışarak gider misafirlere ikram ederdik.
Bu yarış normalde de yemek yanına turşu almak için gittiğimizde de olurdu, turşular tahta fıçı, pekmezler toprak küp içinde olurdu.
Her işe koşardık, yarış ederdik, sen gidecen ben gitmem, o gitsin kelimesini o günlerde duyamazdınız.
Herkes görevini bilirdi ve severek yapardı.
Herkes fıtratına uygun yaşadığı için çok dinç, güçlü ve sağlıklıydı.
Çokkkk güzel günlerdi.
İyi ki de annem çalışan bayanmış ve iyi ki de büyüklerin yanında büyümüşüm Elhamdülillah.
Kendi çocukluğum gibi çocuklarımda aynı duygulara yaşasın diye bakmadığımız beslemediğimiz canlı kalmadı, o canlar sevildiklerini anladılar onlarda sevgimize sevgi ile karşılık verdiler.
Elimize fırsat geçtikçe çocuklarımızı kendi çocukluğumuzdaki gibi yaşasınlar öğrensinler diye tatilimizi köyde büyüklerimizin yanında geçirirdik arada da yaylaya çıkardık, onlarda yayla hayatını öğrensin fıtrata uygun yaşasın diye çabaladık.
Dedemden öğrendiğim gibi onları anlamaz diye düşünmeden Ahmediye, Muhammediye kitapları hikâyeleri ile büyütmeye gayret ettik.
İnşaallah aynı eğitimi torunuma da vermek nasip olur.

İnsanlığa Fayda için Mizaç İlmi

Bu yaşıma kadar hep ilimler karşıma çıktı verildi, ben ilk başta almak istemedim.
Taki, şehirdeki ve köydeki insanları şikâyetçi, mutsuz gördüğümde bu işle yardım edebileceğime kanaat ettim,

Benim düşüncüme göre insanlar sağlıklı olsa gayrete gelecekti, hayır işlerinde koşmak için şuram ağrıyor çok hastayım, mutsuzum bahanesi kalkacaktı.
Bu ilimle (Mizaç İlmi) şunu da öğrendim, insanlar İslam'dan uzaklaştığında hasta olurlarmış.
O zaman bunu öğrenmek ve öğretmeliydim.
Her şey değişmiş ve özüne dönmeliydi, bu yüzden Bismillah dedim insanlara fayda vermek için başladım.

Züleyha İBRAHİMCİOĞLU